Cengiz YILDIZ
Siber Vatanın Dijital Noterleri Artıyor
Etimolojisi sibernetik kavramı ile kök bulan ve bir olgu vasfında zihnimizde temellenen, epistemolojisini ise dijitalizm olarak kavramlaştırabileceğimiz bir süreçteyiz. Bu süreç aslında Sovyetler Birliği devlet eski başkanı Mihail Gorbaçov’un sarf ettiği iki kavramla başlar: “Glasnot” ve “Prestroyka”…
Gorbaçov’un reformlarıyla, dünya iki Rusça kelimeyi makropolitik seviyede tartışmaya başladı: Perestroyka (yeniden yapılanma) ve Glasnost (açıklık).
Bu iki kavram, kapitalizmin amentüsü olarak elyevm, mikropolitik seviyede küresel işletmelerin yerel eksendeki yönetim ve organizasyonlarında kendi ritüelini Eti Base Code temelli SEDEX ve benzeri dijital platformlarda "Next" butonuyla yeniden üretiyor…
Tarihsel arkaplan nedenselliğinin "Hide" butonunu tıklamamız gerek…
Çünkü artık hız var, haz var! Baby Boomers arka koltukta…
X,Y ve Z kuşaklararası simülasyonla, bir çırpıda tükettirmek için kapitalizm, küresel ölçekte üretmek ve ürettiğini güvenli olarak(!) dağıtmak zorunda.
Gerçi Gorbaçov’a göre ülkenin, perestroyka’ya ihtiyacı vardı ve bunu yapmaya yarayacak aracın adı ise glasnost’tu. Ancak devlet kontrolünün yerini serbest piyasa ekonomisinin alması gerektiğini düşünmüyordu.
1985’te parti delegelerine yaptığı bir konuşmada bunu açıklığa kavuşturdu: “Bazılarınız piyasaya, ekonomi için bir can yeleği gözüyle bakıyor. Ancak, yoldaşlar, bakmanız gereken şey can yelekleri değil, geminin kendisidir. Ve gemi sosyalizmdir.”
Ne var ki sosyalizm coğrafyasında “Batısızlaşma” siyaseti ancak kırk yıl dayanabildi… Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO), Uluslararası Standartlar Örgütü (İSO) ve bu iki uluslararası aktöre ilaveten Panavrupan hareketinin doğal bir sonucu olarak teşekkül eden Avrupa Ekonomik Konseyi mekanizmalarıyla kapitalizm, hele en kesif aracı olan kültünü başta Gorbaçov’un eşi Raisa olmak üzere kendisine yönelen geminin içindekilere ilmik ilmik işlemeye başlamıştı bile…
Zira, Raisa genel sekreter eşlerinden çok artık Amerikan “first-lady”lerini andırıyordu. Rus şirketleri da artık kar maksimizasyonu adına “KALİTE” yi önceliyordu.
Prestroyka, günümüzde aslında bir buluşmayı temsil ediyor. Gerçek hayatta başlayan ve sanala taşınan, sanalda başlayan ve gerçeğe taşınan bir buluşma, dijitalin kalbine başlatılan yolculuğun görsel, işitsel ve dokunsal hali.
Glasnot ise günümüzde, dijital pazarlama, sanal gerçeklik, sosyal medya, yapay zeka, dijital iletişim, viral satış, bloglar, influencerlar ve daha bir çok örüntüde sanallığı ve gerçekliği tam olarak adreslenemeyen mecralara ilişkin deneyimsel tasarımın teknik şartnamesini oluşturmaktadır. Daha şimdiden Z kuşağına inat; “Alfa” ve “Beta” kuşaklarının tüketim meyline yönelik oluşturulan veritabanlarının operasyonel bağlantı kodları, bu teknik şartnameden sızmaktadır.
Tarihsel arkaplanda "Back" butonunu tıkladığımızda ise; dünyanın kaçtan büyük olacağı hesaplanmaksızın 1919 sahnesinde vitrinlenen Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO) 8 Temel sözleşmeye dayanan anayasasıyla merkezi otoriteler üzerinde bir baskı unsuru olarak yeni nesil üretimin kalifiye standartlarını modellemeye başlamış, çalışma hayatını düzenleyen tüm kültürel pratiklere fener tutmuştur.
1947 de ise bu kez işletmelerde yönetim mekanizmalarının sürekliliğini bir kalite formuna hapseden ISO seri standartlarından mürekkep bir üretim disiplini ile ürünün serbest dolaşımı esas alınmıştır.
Çünkü kaliteli ürün ve kalifiye insanın artık serbest dolaştığı bir kürede sermaye dolaşımı, Keynesci Para Talebi Teorisi eşliğinde daha çok kar, daha çok artı değer demekti.
Böylece kapitalizm; liberal, neo-liberal, postmodern gibi sihirli formasyonlara bürünerek dünyanın her yerinde çok uluslu müteşebbise büyüleyici iki kavramını inşa etmiş oldu: “Kalifikasyon” ve “Kalite” …
Her ne hikmetse bu kavramları farklı coğrafyalarda içselleştirmek ve iklimlendirmek için kapitalizmin büyülü ve bir o kadar de okkalı bir iki söyleme daha ihtiyacı vardı…
Demos. (Halk) Gratos (İktidar). Halkın iktidarı…
Filhakika Demokrasi…
Mutlak her düşünce kendi içinde kendi zıddının koşulunu taşır.Zıtların birlikteliği ilkesi tarihsel arka planda bir kez daha tekerrür etmiş ve dünyayı kapitalizmin başkenti Berlin’den sermaye-emek çatışması ya da başka bir bahane ile biz ve ötekiler olmak üzere bir soğuk savaş formatıyla Gorbaçov’un Glastnot ve Prestroyka’sına ve ardından 1989 Berlin duvarının yıkılışına değin iki kutuba ayırmıştır.
Kutuplara ait söylemler; terazinin bir kesesinde “Glastnot ve Prestroyka”, diğer kefesinde ise “Kalifikasyon ve Kalite” olarak tartıya tabi kıldığında, nasıl olurda eş anlı olarak birbirine müsavi olduğuna yönelik akademik bir çalışmaya henüz tesadüf edemeyenlerdenim.
Türkiye’nin kuzey ve güneyindeki savaşların nedeni şöyle dursun bu eşitliğin, eşitsizlikler ekonomisine nasıl yansıdığını günümüz küresel ölçekteki Güvenli Tedarikçi Listelerini oluşturan SEDEX ve benzeri dijital noterlik sistemlerinde aramamız gerektiğine inananlardanım.
Zira; dünya demografyasını kaynakları ile birlikte sermaye – emek çelişkisi temelinde bir Paretto analizine tabi kılmamız, bu sanal büyüyü bozmaya yeterli olacaktır.
Bahse konu bu analizde; dünya nüfusunun yüzde 20’si sermayeyi, kalan yüzde 80’ni ise emeği temsil etmektedir.
Kaynak dağılımı da ilahi bir adaletle yüzde 20’si gelişmiş sanayiye sahip sermaye, kalan yüzde sekseni ise emek coğrafyasına dağılmıştır.
Ancak eşitsizlik, kaynakların kullanımında temerküz etmektedir.
Şöyle ki sermaye, yeryüzündeki tüm kaynakların bu kez yüzde 80’nini gasp etmekte; yüzde 80’lik bir emek nüfusu ise kalan yüzde 20’lik kaynağa mahkum edilmektedir.
Öte yandan bu gayri adil dengenin değişmemesi için ise kırmızı çizgiler uluslararası hukukta Casus belli (Savaş nedeni) terimleri ile hayat bulmaktadır.
Son merhalede adına siber vatan diyebileceğimiz bir güven habitatı formuna da ayrıca bürünen kapitalizm, blockhainlerini senkronize ederek uygun ticari mübadele araçlarıyla ulusal devletlerin üneterizmini hedef almaktadır.
Sayıları her geçen gün artan bu blockhainlerin ulusal mevzuatlara sığmadığı da aşikardır.
Ne var ki üniter yapıları hedef alan bu yaklaşımdan pek te hoşnut olmayan otoriter milliyetçi liderlerin kullanılan terminolojik kavramlara yönelik itirazları var…
Bu itirazın coğrafyamızdaki yansıması ise bir kesimin pek de hoşlanmadığı yerellik, yerlilik, yerel halk gibi terimlerin telefuzunda tecelli ve temerküz etmektedir.
Bahse konu kavramları local (yerel) sıfatıyla ön safına alan bu uluslararası platformlara bizim de acil bir dijital eylem planıyla karşılık vermemiz gerektiği konusu ivediliğini korumalıdır.
En azından Türkiye’nin önce kendi güvenli tedarikçi zincirinin oluşumuna yönelik TSE merkezli standartları baz alan bir yaklaşımla son dönemde piyasadaki fahiş fiyatlama sorunsalını da içerecek kriterlerle tarladan sofraya, üreticiden tüketiciye kadar rol alan tüm aktörleri kapsayan TÜRKAK akreditasyonuna sahip alternatif bir dijital platformunu teşekkül ettirmelidir.
Zira bu yapı, siber vatanımızın uluslararası güvenirliliğinin kararlı bir göstergesi olacaktır.